12 Ağustos 2014 Salı

ESKİ MISIR’DA GRİLERE AİT İZLER

ESKİ MISIR’DA GRİLERE AİT İZLER

   Aşağıda görülen fotoğraf, arkeologlar tarafından MÖ 1300 ile 1700 yılları arasında Mısır’da hüküm sürmüş,  eski bir Kral olan Ptahhotpe’nin Kuzey Sahra’da bulunan Mastabas’daki mezar duvarı üzerinde çizili olarak bulundu. Bulunduğu ilk zamanlarda bu fotoğrafa pek dikkat edilmemişti. Daha sonra yapılan ufak bir fotoğraf analizi sırasında çok garip bir şeye rastlandı. Fotoğrafın hemen sağ en alt köşesinde ilginç bir varlık çizimi bulunmaktaydı. Arkeologların ve bilim adamlarının ortaklaşa yaptıkları Optikal incelemeler sonrasında ve olay yeri incelemelerinde çizilmiş olan canlının silueti daha bir belirgin olarak ortaya çıkarılmış oldu.
   Fotoğraf analizlerinin tamamlanmasından hemen sonra karşılarında iki ayaklı insanımsı, garip bir canlı varlık çizimi durmaktaydı. Bu çizim ilk başlarda iki bacaklı ve iki kollu dev bir böcek olarak yorumlandı. Fakat daha sonraları bunun sanıldığı gibi bir böcek tasviri olmadığı anlaşıldı. Olayı öğrenen UFO Araştırmacıları hemen fotoğrafı incelemeye aldılar. Ortaya çıkan sonuç dehşet verici bir gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Elde ettikleri çizim bizim griler adını verdiğimiz dünya dışı varlıklarla tıpa tıp aynıydı. Zaten yıllardır kamuoyunu meşgul eden ve tam anlamıyla bir bilinmezlik haline gelen eski mısır medeniyetinin UFO’lar ve onları yöneten dünya dışı zekâyla olan bağlantısı bu görüntülerle bir kez daha perçinlenmiş oluyordu.  
  Şekil: 1–2 Mısır eski Kralı Ptahhotpe’ nin mezar duvarında bulunan (Gri varlık benzeri) dünya dışı varlık çizimini görmekteyiz. 
   Şekil: 3 Günümüzde Griler olarak tanımlanan Dünya dışı varlık çizimi  (Grilere ait bir 21.yy çizimi)
   İşin en hayret verici tarafı ise 21.yy insanının halen tartıştığı “dünya dışında yaşam var mı?” sorusu. Varsalar neye benziyorlar, tartışmalarına 1300’lü yıllarda yaşamış olan insanların son noktayı o ilkel sandığımız kafalarıyla koymasıdır. Yani bu gün tüm örtbas çabalarına rağmen ortaya çıkmış olan dünya dışı zeki yaşam olgusunu biz 21.yy insanına bir kez daha tüm çıplaklığıyla kanıtlamış sayılmazlar mı sizce?
   Ama her şeyden daha da önemlisi insanların yüzlerce yıldır kaçırılmasıyla birebir ilgisi olduğu ifade edilen ve bu varlıkları tasvir eden insanların çok eskilerden beri yalancılıkla ve delilikle suçlandığı ve yaşadıkları olaylardan dolayı sorumlu gördükleri “Grilerin” bu resimde açıkça vurgulanmış olmasıdır. Bulunan bu harika çizim adeta bizlere, alın işte size kanıtı dercesine karşımıza çıkmıştır. Şimdi UFO gerçeğini inkâr etmek isteyenlere soruyorum: Söyleyin, hangimiz deliyiz yâda hangimiz yalancıyız? “Siz mi biz mi?”
   Gözlerimizin önünde adeta biz buradayız diye haykıran bunca kanıt varken hala inkâr edenlere söyleyecek fazla bir şey bulamıyorum. Bence onlara vereceğimiz en büyük cevaplar zaten geçmişimizde hiç bozulmamış bir vaziyette,  dimdik ayakta durmakta olan tarihi eserlerimizdir.
ANTİK MISIR'DA AMPUL
    Antik Mısır medeniyeti, binlerce yıldır gizemini koruyan dünyamızın 7 harikasından biri. Açıklanamayan sırları, bilimsel buluşları ve inançlarıyla tam bir muammalar merkezi. Elde edilen bunca esere ve bilgiye rağmen, eski Mısır'ın gizemi bir türlü çözülemiyor. M.Ö. 3000 ve daha öncesine kadar giden bu uygarlığın, 20. yüzyılın düzeyini bile aşıyor olması oldukça düşündürücüdür.
   Gizemi çözülemeyen uygarlıklar arasında eski Mısır'ın çok özel bir yeri var. Koskocaman piramitler, mezarlar, hazineler, anıtlar, mumyalar, yazıtlar ve yığınlarca bilgi, asırlardan beri didik didik ediliyor. Fakat yine de gizemi çözülemiyor. Sanki burada her şey bir sır. Yoksa insan aklı, Mısır'ın gizemini çözecek düzeye henüz gelmedi mi?. Yada bu büyük uygarlığın kurucuları dünya dışından gelen zeki varlıklar mıydı?
   Antik Mısır, insanoğlunun binlerce yıl önce kurduğu sanat ve bilim yönünden en etkileyici medeniyetlerden bir tanesidir. Eski Mısırlılar, ilkel bir toplumun devamı olamayacak kadar engin bir tecrübeye ve bilgi birikimine sahiptiler. Bu bilgilerden bir tanesi de elektriği kullanarak aydınlatma yaptıklarıdır.
    Mısır’da özellikle Dendera Tapınak Kompleksi’ndeki Hathor Tapınağı'nda bulunmalarıyla dikkat çeken bazı duvar resimleri, Antik Mısır’la ilgili oldukça ilginç bir bilgiyi gün yüzüne çıkarmıştır. Aşağıda incelenen duvar resimlerinin büyük kısmı Mısır’daki Dendera Tapınak kompleksinde yer almaktadır. Bu resimlerde Mısırlıların günümüzde kullandığımız ampul ve ark lambası tekniğini kullanarak aydınlatma yaptıkları görülmektedir.
    Hathor tapınağının duvarlarındaki bu resimler dikkatlice incelendiğinde, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanıldığını görmekteyiz. Ampul görünümündeki şekil dikdörtgen bir sütun (bu sütun izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen ve ced sütunu olarak adlandırılan bir sütundur) tarafından desteklenmektedir. Resimdeki şeklin günümüz ampulleriyle olan bu şaşırtıcı benzerliği, çok dikkat çekicidir.
    Mısır resimlerinde görülen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı test etmek için Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş ve resimdeki ampulü oluşturan yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ortaya çıkan sistem ışık yayarak etrafı aydınlatmıştır.
     1996 yılı Eylül ayında Amerikan ABC Televizyonu’nda yayınlanan bir belgeselde de Mısırlıların bu ışık sistemi bilim adamları tarafından kameralar önünde test edilmiştir. Bir kez daha başarı elde edilmiş ve ışık oluşmuştur. Bu aslında bir ampuldür ve antik Mısır resimlerinde belirtildiği gibi uygulanan yöntemle sistem çalışmış, ışık elde edilmiştir.
    Antik Mısır’da bugün kullanılan klasik ampulle aydınlatma yapılmıştır.  Mısır resimlerine baktığımızda insanların ellerinde filaman telleri, duyu, akım telleri olan ampul benzeri araçlar görülmektedir. Aşağıdaki resimde, soldaki kişi elinde tuttuğu lambaların ışığıyla etrafı aydınlatarak duvarda yazılı resimleri okuyor.
    Bu resimde Mısırlıların ellerinde tuttukları lambalarda ampullerin içinde elektrik akımının geçişini sağlayan filamanlar çok net olarak görülmektedir. Filamanlar bugünkü ampullerde olduğu gibi antik Mısır’da da sarmal biçimindeydi. Günümüzde uygulandığı şekilde elektrik akımıyla birlikte ısınan bu sarmal filamanın ışık yaymasıyla aydınlanma sağlanmaktaydı.
    Mısır'da elektriğin kullanılmış olabileceğini gösteren bir başka delil de Piramitlerin iç  duvarlarında hiç is izinin bulunmamasıdır. Eğer evrimci arkeologların iddia ettiği gibi, aydınlatma için meşale ve benzeri malzemeler kullanılmış olsaydı duvarlarda mutlaka is olması gerekirdi. Ancak piramitlerin en içteki dehlizlerinde dahi böyle bir is izi yoktur. Gerekli aydınlatma sağlanmadan, inşaatın devam etmesi, daha da önemlisi duvarlardaki gösterişli resimlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Bu da Mısır'da elektriğin kullanılmış olma ihtimalini daha da kuvvetlendirmektedir.
Ellerinde "Ark Lambası" bulunan Mısırlılar
    Ark lambalarında iki iletken çubuk arasında oluşan ışık arkı sonucunda aydınlatma sağlanır. Zıt kutuplu iki çubuk önce birbirine değdirilip daha sonra birkaç milimetre birbirlerinden uzaklaştırıldığında oluşan akım ışık oluşmasına sebep olur. Ark lambaları klasik ampullerden 200 kez daha güçlüdür ve çok güçlü, parlak bir ışık yayarlar. Bu ampuller güçlü olmaları nedeniyle atölyelerde, ışıkla tedavide, ışıldak ve projeksiyon lambalarında ve sinemacılıkta kullanılır.
   Antik Mısırlıların ellerinde tuttukları ışıklar da altlarında kendi bataryaları (akü) olan küçük el lambaları şeklinde görülmektedir.
    İnsanlık tarihi, antik dönemlerde yaşayan insanların - evrimcilerin iddialarının aksine- tahmin edilenden çok daha üstün bir teknoloji ve medeniyete sahip olduklarını gösteren yüzlerce delil ve bulguyla doludur. Antik Mısırlıların elektrik ilmine sahip olmaları da bu delillerden biridir.
ANTİK PLANÖR MODELİ - (SAGGARA KUŞU) 
     Kabaca bir tarifle yeri Kahire’nin 20 mil güneyinde, dünyanın en ünlü piramidi olan Kral Joser piramidinin bulunduğu yerdedir. Tam 4000 yıl öncesi tarihli Mısır’ın 97 piramidi arasında en eski olanı. Saggara, ayrıca mısırın ölüler şehri olarak adlandırılan en eski gömülü şehrin bulunduğu yer olarak da ünlüdür.
     1891 yılında Fransız arkeologlar, içinde M.Ö 300’lü yıllara dayanan “ pa – di – imen ” kalıntıları olan bir mezar keşfettiler.  Keşfedilen bulgular arasında papirüslerin hemen yanında  tahtadan yapılmış bir kuş modeli buldular. Üzerinde işlenmiş halde “ UÇMAK İSTİYORUM” yazısı göze çarpmaktaydı. 
     Bulunan bu ahşap eser daha sonra kahire müzesinde sergilenen daha başka kuş figürlerinin yanına yollandı. İlk bakışta modelin diğer kuş heykelciklerinden olan farklılığı uzun süre fark edilemedi, ta ki 1969 yılında Mısır bilimci dr, Kahlil Messiha kuş koleksiyonunu incelerken,  bu sıradan gözüken ama hiç de sıradan olmayan ahşap modeli fark etti.
     Saggara  kuşunda diğerlerinden özel olarak ilk bakışta fark edilemeyen çok tuhaf  farklılıklar vardı. İlk bakışta sıradan ahşaptan yapılma bir kuşa benziyordu. Çünkü gözleri ve tipik bir kuş gagası biçiminde yapılmıştı. 
      Ama başka bir bakış açısıyla da kanatlar açıkça sıradan bir kuş kanadı değildi. Kenarın ortasına baktığınızda rahatlıkla görülmekteydi ki buradaki kısım kanadın diğer kısımlarına oranla daha kalınlaşıyordu. Bu bölgenin kalınlaşmasında uçuştaki kalkış esansındaki yüksek rüzgar kuvvetine en büyük direnci sağlamak amaçlanmıştı. Orta kısımdan kanadın diğer uçlarına doğru ilerledikçe bariz bir incelme göze çarpmaktaydı. Tıpkı günümüz uçaklarındaki kanat özellikleri gibi.
    Bu tip kanat yapılarına günümüz uçak ve planör modellerinde, uh, alt modeli modern aerodinamik dizayn denmektedir. Saggara kuşunun diğer bir dikkat çeken yanı da kuşların dümenleri olmadığıdır. Kuşların kendilerine has aerodinamik mimarileri olduğundan uçuş esnasında yönlendirici bir dümene ihtiyaç duymamalarıdır. Buradan yola çıkarak bile bu modelin sıradan bir kuşu değil de uçan bir cismi simgelediğini görmekteyiz.
      Gerçekten antik Mısırlılar uçmanın bilgisine sahip miydiler? 
     2006 yılında havacılık ve aerodinamik uzmanı Simon Senderson, Saggara kuşunun 5 kat daha büyük ve geniş ölçülü modelini uçma olasılığını test etmek için inşa etti.
    Simon Senderson yaptığı büyük modelli test ederken şunları söylüyordu: “ sürekli bir sürat uyguluyoruz yavaşça açıyı değiştirip ürettiği gücü ölçüyoruz. Bu şekilde kuşun uçma karakteri hakkında bilgi edinmiş oluyoruz. 10 derecelik açıda 4 kat ağırlık ve kaldıracak güç üretiyoruz. Buda demektir ki bu ahşap model gerçekten uçabilir. Testler gösteriyor ki Saggara kuşu büyük ihtimalle geliştirilmiş bir tür planördür.”
     Yapılan model üzerindeki testlerde de görüldüğü üzere bu model günümüzde kullanılan teknolojiyle tamamen aynı bilgi ve teknikle yapılmışlardır. Ve Senderson’un testlerine göre  Saggara kuşunu uçmaktan alıkoyan tek şey ise dengeyi sağlamak için gerekli kaldıraç olan arka sabitleyici dümenin noksanlığıdır.
     Acaba Saggara kuşu bu gerekli parçaya sahip miydi?
     Eksik olan parça için model kuşun arka kısmına bakarsak kuyruk kısmı üzerinde bir özenle hazırlanmış bir çentikler dizisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Sanki kaldıraç gibi bir parçanın burada olduğuna ve tarih sürecinde kaybolduğuna dair bir fikir edinebiliriz.
    Bilgisayar üzerinde yapılan 3 boyutlu Saggara kuşu modellemeleri üzerinde yapılan çalışmalarda bu planör modelinin uçabildiğini kanıtlamaktadır.
     Yalnız bu bir planör modeli ise ki testler bunu göstermektedir işte bu noktada  düşünülmesi gereken başka bir sorun var ortaya çıkmaktadır: Planörü havalandırmak. Modern metotlar Towplane adı verilen planörü gerekli yüksekliğe çekip istenilen yerde bırakacak çekici bir uçak gerektirmektedir. O zaman eski mısırlılar nasıl Saggara kuşunu uçurmuş olabilirler?
     Mısır bilimciler böyle bir kuşun bir fırlatıcı tarafından uçurulabileceğini ifade etmekteler. Ve bu düşünce mısırlı bilim adamlarınca oldukça kabul görmektedir. Tıpkı bir mancınık gibi bir fırlatıcı kullanma fikri günümüzde de var olan ve uygulanan bir tekniktir. Günümüzdeki bir çok planör sever, planörlerini uçurmak için plastik bir iple halen aynı yöntemi uygulamaktadırlar.
ANTİK MISIR’DA TAŞ İŞÇİLİĞİ VE TEKNOLOJİK MAKİNELER 

   Günümüzün en geniş inşa alanları ve taş ocakları, kazıp, kesip taşları yerlerinden kaldırmak için devasa makineler kullanırlar. Bu insan yapımı araçlar yaratıcısını küçültüp binlerce insanın yapabileceği işleri hidrolik teknoloji ile yapabiliyorlar. Eğer böyle aletler hayatımızda olmasaydı bugün inşaatçılar asla gökdelenleri inşa edemezlerdi.
   Yinede binlerce yıl önce eski insanlar anıtlarını veya tapınaklarını devasa taşlar kullanarak inşa edebilmeyi başardılar. Bu devasa eserlerde kullanılan taş blokların bir çoğu 100 tonu geçiyordu. İçinde bulunduğumuz yüzyıl içerisinde bile böylesi devasa taş anıtlar inşa edebilmek günümüz teknolojisi ile bile oldukça zordur. Ne var ki binlerce yıl önce insanlar henüz nasıl yaptıklarını açıklayamadığımız tekniklerle sert kayalardan taş blokları kesip kilometrelerce öteye taşıyıp olması gereken noktaya kadar kaldırabildiler.


   Bugün bile bir benzeri günümüz teknolojisi ile yapılması tam anlamıyla mümkün olmayan tonlarca ağırlığındaki bu taş blokları 0 hata ile pürüzsüz kesip biçimlendirip bir araya getirebildiler. Basit aletlerle bu nasıl mümkün olabilirdi. Acaba bizlerden çok daha ilkel ve geri olan bu medeniyetler sandığımızdan çok daha mı akıllıydılar, yoksa bu insanlara gökyüzünden, üstün zekaya sahip dünya dışı varlıklarca sayısız yardımlar mı gelmişti?
   Binlerce yıl öncesine dayanan sayısız medeniyette bu tür üstün teknoloji izlerini görmemiz mümkün. Çünkü onlar günümüzde bile mevcut olmayan büyük bir zekadan ve teknolojiden çok özel yardımlar almışlardı.


   Dünyanın en büyük ve gizemli medeniyetlerinden birisi olan antik mısırın binlerce yıllık tüm eserlerinde bu üstün teknolojinin ve zekanın izlerini görmek mümkün. Yapılan her eserde çağının binlerce yıl ötesinde bir matematiksel hesaplarla ve üstün teknolojik makinelerle yapılmış muhteşem taş işçiliklerini görebilmekteyiz. Mısırda bulunan Luxor müzesi bu tür eserlerin en güzel görülebileceği yerlerden birisidir.
   Dünya dışı varlıklar teknolojisinin en büyük kanıtlarından biriside ilk bakışta bile görebildiğimiz sert kayaların kesilme ve şekillendirilme  tekniğidir. Bugün günümüz teknolojisi ile benzerlerini tam olarak yapamadığımız eserler vardır. İç içe geçen oymalar, simetrik derin kesikler, jilet gibi kenarlar, pürüzsüz yüzeyler, üst üste binen ve arasından en ufak bir ışığı bile sızdırmayan taş bloklar, bunlardan sadece bazılarıdır.


   Yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen araç gereçler incelendiğinde böylesi mükemmel ve devasa güze sahip makinelerin en ufak bir izine dahi rastlamıyoruz. Çekiçler ve keskiler dışında elimizde hiçbir nesnel kanıtın olmaması oldukça düşündürücü değil mi. Nasıl oluyor da böylesi eserler meydana getiren araçlar hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboluyor. Bu sorunun cevabını eğer dünya dışından gelen bilge varlıkların teknolojilerinde ararsak sanırım hiç de yanılmış olmayız.
   Eski bir çok kayıtta anlatıldığı gibi göksel ziyaretçiler indikleri bölgelere teknik ve kültürel açıdan çok şeyler kattıkları ve bu kurdukları medeniyetleri yaşadıkları zamanın çok ötesine taşıdıktan sonra arkalarında sayısız eserler bırakarak geldikleri gibi bir anda terk ettikleri açıkça bizlere belirtilmektedir.
   Bu bilgiler ışığında bir çok araştırmacı ve arkeolog kendini bu gizemi çözmeye ve dünya dışı varlıkların eski medeniyetlere müdahalelerine dair izler bulmaya adamıştır. Sir Flinders Petrie’de bu önemli araştırmacılardan biridir. Ve çalışmalarını daha çok bu olağan üstü taş işçilikleri ve teknolojileri üzerine sürdürmüştür.


   19. yy sonlarında İngiliz arkeolog Sir Flinders Petrie tüm mısırı büyük devasa aletler için değil küçük aletler için köşe bucak araştırdı. Petrie mısırlıların, özellikle erken dönemdeki mısırlıların tekniksel olarak ulaştıkları noktalardan oldukça büyülenmişti. Sürekli olarak bu taş yapıları nasıl inşa ettikleri, granit kaya bloklarını nasıl kestiklerini ve şekillendirdiklerini düşünüyor ve derin araştırmalar yapıyordu.
   Klasik arkeologlar normalde eski mısırlıların basit aletleri olduğunu düşünseler de Sir Petrie bizlere bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu göstermiştir.
UCL Petrie Müzesinde  bulunan antik mısıra ait bir matkap deliği örneği üzerinde, çok güzel simetrik aralıklarla yapılmış hatlar görülebilmektedir. Düzgün bir biçimde oyulmuş bir kanal ve o kanalın içinde oluşmuş iç ve dış yivler bu taş oymasının sıradan bir aletle yapılmadığının en güzel kanıtıdır.


   Bu eser çok sert olan bir diarite taşının parçasından yapılmıştır. Dikkatlice  bakıldığında taşın üzerindeki torna izini görmek oldukça şaşırtıcıdır. Mısır medeniyeti böylesi bir izi yapmak için ne tür bir torna makinesine sahipti acaba?
   Petrie’nin keşfettikleri arasında bir tanesi hepsinden daha özeldi. Büyük piramidi araştırırken Petrie matkap kesimi borusal bir granite takıldı. Borusal granit matkapları mısırlılar arasında oldukça yaygındı. Fakat Pietre’nin Giza’da bulduğu  bu matkap kesimin diğerlerinden en ilginç yanı öylesine hassas oyulmuş olmasının yanı sıra yivlerinin bile belirgin ve mili metrik aralıklarla dizilmiş olmasıydı. Bu açıkça kusursuz bir makine kesimini işaret etmekteydi.


   Böylesine kusursuz bir kesim içinde mısırlıların elmas uçlu hidrolik bir matkap kullanıyor olmaları gerekmekteydi. Ama işin asıl ilginç yanı ise eski mısırda elmas ve benzeri sert kristalimsi madenlerin hiçbir zaman bulunmadığıydı.

1 yorum: